26 Eylül 2010 Pazar

BEN

İnsanlar her zaman kendi kimliklerini, kişiliklerini bir değer üzerine oturtmak arzusundadırlar. Eğer ben Ahmet’in dediklerini yaparsam değerli olurum, erkek arkadaşım beni terk etti ben değersizim değerli olsam terk etmezdi. Bu davranışım yüzünden annemin gözünden düştüm, ödevimi zamanında teslim edip öğretmenimin göz...üne girdim. Kendi değerimizi asansör gibi bir yükseltiriz, bir alçaltırız. Sanki bizim değerimizi belirleyen dışarıdaki insanlardır, onlar bizi isterlerse değerli isterlerse değersiz yapabilirler. Biz bu yetkiyi kayıtsız şartsız onlara vermişiz ve biz başkalarının gözünde, değerli olmak için çırpınır dururuz. Ama herkesin algılayışı farklıdır bugün birinin gözünde seni değerli hissettiren davranışın yarın başkasının gözünde seni değerli hissettirmeyebilir. Hatta bugün seni değerli hissettiren davranışın, aynı kişiye başka zaman yaptığında dahi seni değerli hissettirmeyebilir. Yani aynı kişinin nezlinde bile bir olaya birden farklı atıfta bulunurken, nasıl olurda bu insanların gözünde her zaman değerli olma gibi bir şeye kalkışırız. O kadar büyük ve zor bir savaştır ki, bu savaş bizi biz olmaktan çıkarır. Dışarıdaki insanları mutlu edeyim derken kendi arzuladığımız, içten içe olmasını istediğimiz hayatı yaşayamayız. Hayatı kendimiz için değil başkalarını mutlu etmek için yaşamış ve güzelim hayatımızı başkalarına güzel görünmek için harcamışızdır.




Başkalarını mutlu edecek davranışları bilinçaltımıza kodlar ve o davranışı her zaman yaparız. Örneğin; Ayşe hanım iş arkadaşlarının gözüne girebilmek için kendi işi dışında arkadaşlarının işlerini de koşturmaktaydı. Bu davranışı sonucunda arkadaşlarının Ayşe hanıma bir gülümseyişi kendini değerli hissetmesine neden olur ve arkadaşımın gözüne girdim gibi düşünceler içine girer. Daha sonra bu düşünce kendi işim olmasa bile başkalarının işini yaparsam o zaman ben değerli olurum şeklinde bilinçaltına kodlanır. Kodlanan bu düşünceyi hayatının bütün farklı alanlarında da ilk andaki gibi kullanmaya başlar. Evde eşi ile iş paylaşımında eşinin yapması gereken işleri yapmaya başlar. Çocuğunun yapması gereken işleri ekseriyetle üstlenir, arkadaşlarının neredeyse bütün işlerini sanki kendisi yapmak zorundaymışçasına kendi üstüne yüklenir ve böylece kendinin değerli olduğunu düşünür. Ben yardımsever bir insanım ve herkes beni seviyor, bana değer veriyor düşüncesi O’ nu mutlu eder. Bu böyle uzun yıllar devam eder ve Ayşe hanım fiziksel anlamda çok yorulmasına rağmen kendini mutlu hissettirir ve değerli olduğunu düşünür. Ayşe hanım bir gün arkadaşlarına davet edilir birkaç arkadaşıyla birlikte Leyla hanım da toplanmışlardır. Arkadaşlar kendi aralarında bir süre konuştuktan sonra ev sahibesi olan Leyla hanım arkadaşlarına bir şeyler ikram etmek için mutfağa gider. Hemen Ayşe hanımın bilinçaltına kodladığı; arkadaşlarımın işlerini yaparsam kendi değerimi artırabilirim düşüncesi harekete geçer. Aradan bir iki dakika geçer hemen Ayşe hanımda mutfağa gider ve Leyla hanıma hiçbir şey söylemeden yardımcı olmaya başlar. İlk başta bu duruma şaşıran Leyla hanım pekte tepki göstermez. Derken Ayşe hanım işlere karışmaya başlar bunu böyle yapsak daha güzel olur, şunu şöyle yapsak daha güzel olur. Çaylar açık olsun kurabiyeleri o şekil dizme güzel gözükmüyor gibi müdaheleler de bulunmaya başlar. Leyla hanım bu durumdan rahatsız olur ama bir şeyde söyleyemez. Daha sonra ikramlar yapılmaya başlanır tabiki de Ayşe hanım tarafından yapılır bunlar. Sanki evde daveti veren Ayşe hanımmış gibi davranmaya başlar, Leyla hanım bu duruma çok sinirlenir ve artık dayanamayacağı düzeye gelir. Ayşe hanıma benim yaptıklarımı beğenmiyor da benim yerime sen mi yapıyorsun? diye serzenişte bulunur. Bu tepkiye Ayşe hanım pek anlam veremez ve çok şaşırır çünkü kodladığı düşünce O’ nu mutlu etmesi ve değerli hissettirmesi gerekiyordu. Ama arkadaşının söyledikleri Ayşe hanımı mutlu etmedi ve O’nun gözünden düştüğünü hissettirdi. Halbuki daha öncede aynı şekilde davranmıştı ama hiç böyle bir tepki almamıştı bu durum karşısında şaşkına dönen Ayşe hanım adeta bir boşluğun içine düşmüştü. Çünkü O’ nu mutlu eden düşünce çerçevesi artık mutlu etmiyordu ve bu durum Ayşe hanımın büyük bir endişe yaşamasına neden olmuştu.

Her insanı mutlu etmemiz mümkün değildir hatta insanların mutlu olma nedeni hiçbir zaman bizim davranışlarımız değildir. Onları mutlu eden yapılan davranışa karşı algılayışlarıdır. Yani aynı davranış bir kişiyi mutlu edebilir ama başka birini mutlu etmeyebilir, bunun nedeni biz değilizdir. O insanın içine girdiği duygu durumunun nedeni biz değil O’nun düşünce çerçevesi ve olaylara atfettiği değerdir. Bundan dolayı yaptığımız davranışları birilerini mutlu etmek için değil kendimiz gerçekten bunu yapmak istiyorsak yapalım. Yukarıda ki Ayşe hanım örneğinde de gördük ki aynı davranış herkeste aynı etkiyi yaratmayabilir ve yarattığımız etkide bizi değerli kılmaz. Biz zaten insan olduğumuz için değerliyizdir ayrıyetten birilerinin değer vermesine ihtiyacımız yoktur. Bir birey olarak herkesin ayrı ve kendine özgü bir değeri vardır. Bu öz değeri başkaları bize veremez. Eğer başkalarından almaya çalışırsak onların kölesi oluruz. Olmayan ben değeri borsasında değerimizi bir alçaltırız, bir yükseltiriz ve böylece başkalarının bir hareketi bile bizim duygu durumumuzu değiştirir. Boynumuza ipi takmışız ve başkalarının eline vermişiz, onlar nereye isterlerse bizi oraya sürüklüyorlar. Bizi isterlerse değerli, isterlerse değersiz yapıyorlar. Sanki sahip olduğumuz hiç değer yokmuş gibi buna izin veriyoruz hatta bundan keyif alıyoruz. Dünya ya birkere geliyoruz ve bu fırsatı başkalarının istediği gibi değerlendiriyoruz. Onların istediği gibi hayatımızı şekillendiriyoruz, sanki bizim değilmişçesine.



*Unutmayalım dünyaya tekrar gelmeyeceğiz! kendi hayatınızı kendi istediğiniz gibi yaşayın başkalarının beyinlerini kullanmayın.Başkalarının sizin duygularınızı yönlendirmesine izin vermeyin!

YAŞAM

Yaşam ya da yaşamak, felsefecilerin üzerinde düşünmekten özellikle hoşlandığı türden bir konu değildir. Bize çözülecek kesin problemler ya da paradokslar verin, yeterince özgün bir yönü olan keskin sorular verin, içinde hareket edebileceğimiz ya da değiştirebileceğimiz girift bir entellektüel yapı verin, böylece biz de... kesin hatlarla bir kuram ortaya koyabilelim, sezgisel ilkelerden hareket edip şaşırtıcı sonuçlara ulaşabilelim, entellektüel cambazlıklar sergileyebilelim, tüm bunları yaparken de açık başarı kıstaslarını tutturalım. Ama yaşam hakkında düşünmek, daha çok geviş getirmek gibidir, bunun getirdiği kavrayış bir bitiş çizgisini geçme ama aynı zamanda kontrolü elde tutma duygusu yaşatmaz insana; biraz daha büyümeye benzer daha çok.




Yaşam hakkında felsefi düşüncelere dalmak, bir kuram yaratmaz, bir portre koyar ortaya. Bu portre çeşitli kuramsal parçalardan oluşabilir – sorulardan, ayrımlardan, açıklamalardan. Neden mutluluk, tek önemli şey değildir? Ölümsüzlük neye benzerdi ve anlamı ne olurdu? Miras kalan zenginlik kuşaktan kuşağa aktarılmalı mı? Doğunun aydınlanma doktrinleri geçerli midir? Yaratıcılık nedir ve insanlar umut verici projelere girişmeyi neden erteler? Hiçbir duygumuz olmasaydı ama yine de zevk alabilseydik neyi yitirmiş olurduk? Yahudi Soykırımı insanlığı nasıl değiştirdi? Bir insan en çok kişisel zenginlik ve güçle ilgilenirse bunda yanlış olan nedir? Dindar bir insan, Tanrının kötülüklere neden izin verdiğini açıklayabilir mi? Romantik aşkın insanı değiştirme biçiminde değerli olan nedir? Bilgelik nedir ve felsefeciler buna neden bayılırlar? İdealler ve gerçekler arasındaki farkı nasıl değerlendirmeliyiz? Varolan bazı şeyler diğerlerinden daha mı gerçektir, biz de kendimizi daha gerçek kılabilir miyiz? Yine de bu kuram parçalarının birleşimi, bir portre oluşturur. Resmedilmiş bir portreye -örneğin Raphael'in, Rembrandt'ın ya da Holbein'ın elinden çıkmış bir portreye- bakmanın ve bunun içinize yerleşmesinin nasıl birşey olduğunu düşünün. Bununla bir hastanın tıbbi raporu ya da genel bir psikoloji kuramı arasındaki farkı düşünün sonra.



Bir yaşam üzerine düşünmekle elde edilen kavrayışın kendisi, bu yaşamın içine yayılır ve onu yönlendirir. Üzerine düşünülmüş bir yaşam sürmek, insanın kendi portresini yapmasıdır. Rembrant son dönemlerinde yaptığı otoportrelerinde yalnızca öyle görünen biri değil, kendini öyle gören ve öyle bilen biridir, bunun gerektirdiği cesareti taşımaktadır. Onun kendini bildiğini görürüz. Bize gözünü kırpmadan bakar, biz onun bize gözünü kırpmadan baktığını görürüz; onun bu bakışı yalnızca onun kendini bildiğini göstermekle kalmaz, bizim de kendimizi eşit bir dürüstlükle bilir hale gelmemizi sabırla bekler.



Robert Nozick


....

Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.
Ömer Hayyam

22 Eylül 2010 Çarşamba

ÇATLAK KOVA

Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş . Bu durum iki ...yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. "Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?..." diye sormuş sucu.
"Niye utanç duyuyorsun?..." Kova cevap vermiş. "Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdırdığım için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun." Sucu şöyle demiş.
"Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş."Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını farkettin mi?... Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel
çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."
Farkında mısınız hepimiz aslında çatlak kovalarız. Tanrı'nın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.
Sevgili DOSTLAR
Siz hangisi olmak isterdiniz.......

Psikolojik Öykülerden,
Alıntıdır..

14 Mart 2009 Cumartesi

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun Etme


Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun Etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun Etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun Etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun Etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun Etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun Etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun Etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun Etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun Etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun Etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun Etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun Etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun Etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun Etme

Mevlana Celaleddin Rumi